top of page

We Need Your Art Kitap İncelemesi: Sen sanatını yap, balık bilmezse Halik bilir

  • Yazarın fotoğrafı: Handeliko
    Handeliko
  • 24 Eki
  • 6 dakikada okunur

Sanat kelimesi size de biraz böyle… Ne bileyim… Yücelerden yüce, neredeyse ilahi bir şey gibi geliyor mu? Biraz abartmış olabilirim ama bana sanki sanat denince öyle herkesin yapamayacağı, insanın içinde bir sanatçı varsa doğuştan ancak öyle ortaya çıkabilecek bir şey gibi geliyor. Yani geliyordu, yakın zamana kadar.


Sonra bir kitap okudum: We Need Your Art. Bu düşüncelerim bir anda yüz seksen derece tersine döndü. Sanatın ve sanatçının sadece dostu değil; yaratıcısı ve kendisi olabilirim artık. Of, bayılıyorum böyle bir konudaki tüm düşüncelerimi gavura vurur gibi acımadan vura vura yerle bir eden kitaplara. Bakın, şimdi bile yükseldim düşüncelerimin beşinci boyutunda yerle yeksan olmaya.



Sanat, dinozorlar ve cadı meclisi


Sanat eskiden öyle herkesin yaptığı veya yapabileceği bir şey değilmiş. Düşünsene, elinde mızrak totonda yaprak geziyorsun. Bazen yaprağa yakın bir mesafede dinozor bağırıyor. Kim düşünsün o haldeyken sanatı da sepeti de, değil mi?


Ortaçağda şifalı karışımlar yapan bir kadınsın diyelim. Delinin teki gelip “Cadıdır bu.” diyor. Dünyadan haberin yok, ıhlamurunu için kendine kaliteli zaman ayıracaksın. Kendini bir anda yakılmak üzere odun yığının üstüne bağlanmış buluyorsun. Millet de cadı yanarken saçını tarıyor ha, izlemeye gelmişler. Naralar atıyorlar “Hadi artık yakın da işimize bakalım!” diye. Ne sanatı şimdi Allah peygamber aşkına!


Gerçi mağaraya mızrağını bırakıp çiziktirmiş olan insanlığın ilk sanatçıları da var şimdi ama yaygın değildir muhtemelen bütün toplumda. Üç kişi filan var zaten o zamanlar dünyada, ikisi mızrakla yollarda. Herkes avlanmaya gidiyor, millet aç aç!


ree




Sosyal medya, yapay zeka ve bize zırnık bırakmaması bu ikisinin


Sadece eskiden olsa iyi. Sanki sanat sepet işleri günümüzde biraz daha halka iner derdik mantıken. Sonra hooop! Geldi sosyal medya, önce mertlik bozuldu. Her şey mükemmel hayatların şovuna, reklam tabelasına döndü. Arada senin benim gibiler gariban kaldık resmen kenarda.


Sonra yetmedi bir de yapay zeka! İnsandan daha insan ama değil gibi de… Ruhsuz ama kusursuz şeyler doldu piyasaya. Sanat iyice yükseldi arşa. Senden benden iyi yapıyor her şeyi bu Allahsız yapay zeka.


Uzun lafı kısası, hallerimiz böyleyken ezelden beridir, kim n'apsın bizi, yapıp ettiğimizi? Kitabın ismini görünce buna benzer şeylerle içimden söylendim gayriihtiyari. "Senin sanatına ihtiyacımız var." diyor, bırak ya, benden ne hayır gelecek sana. Yine boş motivasyon konuşması belli. Kaç, kaç! Demiştim ki… Kitap benim hayranı olduğum bir yazar ve içerik üreticisi olan THE KADINın çıkmasın mı? Ondan da bahsedeceğim birazdan. Önce biraz kitabı konuşalım.



Birinin benim sanatıma ihtiyacı var derken pardon?


Amie McNee, We Need Your Art kitabıyla işte kenarda kalan garibanlara, yani bize sesleniyor. Hem de öyle güçlü ve sarsıcı bir sesle yapıyor ki bunu, kalkıp sanat yapmaktan başka çareniz kalmıyor. Kim okuyorsa direkt ona uzatıp sallıyor parmağını ve diyor ki “Sanat, insani ihtiyacımız. Kişisel gelişimimizin eksik parçası. Boş oturduğun yeter; üret, yarat, sanatını yap! Yaz, çiz, karala, şekillendir, çek, tut! Yap işte bir şeyler!”



We Need Your Art kitap kapağı
We Need Your Art kitap kapağı

Amie McNee

Penguin Life

272 sf










We Need Your Art Kitap İncelemesi


Kimsenin kaçarı yok.


Sanatı ne kadar yüksek zümrenin yaptığı bir şey olarak algılayıp sanatçıya aşkın bir varlık gibi saygı duysak da bu kitap, bize bunun tamamen yanlış olduğunu anlatıyor. TAMAMEN diyorum, bakın. Sanatın her insan için ne kadar gerekli olduğunu, kendimizi ifade etmek için sanat yapmanın ne derece önemli olduğunu bastıra bastıra söylüyor. Herkes, sanatını yapmalı yoksa insan olarak eksik kalırız diyor. Bunu da gayet ikna edici ve yer yer göz korkutucu bir şekilde, resmen okura emredercesine yapıyor. Kitap önce bunu anlatıyor ve bütünü boyunca bu eksen etrafında dönüyor.


Haksız da sayılmaz. Mağaraya çiziktiren ilk insanlardan olan, fularlı neandertali düşün. Ya da Ortaçağ gibi karanlık bir dönemin tam da ortasında; farklı otlardan yeni karışımlar yapıp deneyen, deneyimleyen, keşfeden ve üreten şifacı acemi cadımızı… Onlar da aslında üretiyorlar ve bunları yaratıcılık kullanarak yapıyorlardı. Yani götünde dinozor bağırsa da cadı diye ızgara yapılsan da kaçarın yok, yapacaksın bu işi. Sanat yapacaksın. Yaratacaksın.


Yaratman, üretmen gerektiğini anlattıktan sonra da başka bir noktayı ele alıyor:



Kendine sanatçı tacını takmak


Kitap henüz Türkçeye çevrilmediği için düzgün bir çeviri olmadı bu. (Ama olsun, yapay zekasız bölgedeyiz, buranın olayı bu.)


İngilizce aslı coronate yourself as an artist olan bu tacını takma benzetmesinden önce şu önemli noktayı açıklıyor: Yaratmak için sanki birilerinden izin almamız gerekiyormuş gibi bekliyoruz. Kültürümüz onay üstüne kurulu. Sanat için onay ise kazanç, beğeni, seçilmek, belli çevrelerden gelmek gibi birçok şey olabiliyor. Bunlardan bazıları veya hiçbiri olmadığında kendimizi de onaylanmamış hissediyoruz.


İşte bu yüzden kendine sanatçı deme cesaretini göstermenin önemli olduğunu düşünüyor yazar. Onay beklemeden, kimseden izin almadan sadece yap, üret ve yarat. Ve şu vurucu cümleyi kuruyor: “Bir sanatçı olmak için gereken tek şey yaratmaktır.”



Bize bir şeyler yaratmak için önce izin almamız gerektiği öğretilmiş. Bu “izin bekleme” hali, kültürümüzün her köşesine işlemiş durumda. O yüzden yaratıcı bir şey yapmak istediğimizde, çoğumuz içten içe birinin bize “Evet, yapabilirsin. Evet, buna hakkın var.” demesini bekliyoruz. Bu izin bazen zengin birinin desteği, bazen sevgiliden gelen onay, bazen bir yayınevinden alınan sözleşme ya da bir yapımcının seni fark etmesi şeklinde oluyor. İster farkında olalım ister olmayalım, çoğumuz içten içe şuna inanıyoruz: Eğer gerçekten bunu yapmamız gerekiyorsa, bir otorite gelir ve bize söyler.

Aynı zamanda yaratıcı eylemlerin biraz da kişisel ve duygusal bir taraftan zor gelebildiğini anlatıyor devamında. "Çünkü sanat demek, yaratmak demek; kendi iç dünyandan parçaları çıkarıp dış dünyada bir şeye dönüştürmek." diye açıklıyor bu zorluğun nedenini.


Ayrıca duygusal ve kişisel düzeyde de, yaratmak için izin beklememiz anlaşılır bir şey. Çünkü iç dünyamızın parçalarını dışarıya, somut bir şeye dönüştürmek büyük bir cesaret ister. Elbette biri bize “Bunu yapabilirsin.” deseydi, sanat yapma fikri biraz daha güvenli, biraz daha kolay gelirdi.

Bölümü ve bu konunun önemini de bu taç giyme töreninin aslında bir kendini tercih etme meselesi olduğunu söyleyerek vurguluyor. Başkalarının seni tanımlamasını, yapacağın şey için sana bir paye vermesini bekleme. Hatta buna izin verme. Sen kendini tanımla.



Pratik tavsiyeler ve uygulamalar


5 pact, yani 5 anlaşmadan oluşan kitabın ilk iki bölümü dünyanın neden sanatımıza ihtiyacı olduğu & kendimizi sanatçı olarak tanımlamamız hakkındaydı. Sonraki iki bölüm ise biraz daha ayrıntı diyebileceğimiz konulara değiniyor. Bu konularda uygulanabilecek, gerçekçi ve pratik tavsiyeler veriyor. Yaratıcı tıkanmalar, erteleme alışkanlığı, mükemmeliyetçilik gibi sanatın ve sanatçının dostu olmayan şeyleri nasıl şanlı Türk askeri gibi savuşturabileceğimizi anlatıyor.



Gelelim asıl mevzuya: Şimdi bu kitabı asıl anlamlı yapan şeyden bahsedeceğim.


Amie McNee benim ilk defa üniversite yıllarımda takip ettiğim bir yazardı. Aslında o zamanlar kimse ona yazar demiyordu. Yayımlanmış bir kitabı yoktu. @inspiredtowrite isimli instagram hesabında yazarlık yolundaki deneyimlerini paylaşıyordu. Her gün yeni bir yayınevinden gelen red mektubu, hatta bazen çok acımasız olanları paylaşıyordu. Yazmaya devam ediyordu, bazen tıkanıyordu. Duygularını paylaşıyordu. Cesaretinin ve kendine olan inancının kırıldığından bahsediyordu. Çünkü o sıralarda tam zamanlı işini bırakıp herkesin "Yapamazsın." dediği bir şeyin peşinden durmadan koşuyordu: Kendi sanatını yapmak ve bununla var olabilmek.


Amie McNee'yi son birkaç yıla kadar takip ettim. O kadar ilham verici buluyordum ki yaptığı şeyi ve cesaretini; takip ettiğim birkaç yıl boyunca nelerin değiştiğini görme fırsatım oldu.


Başlangıçta tam zamanlı işini bırakıp herkes "Yapma, etme." derken ailesinin evinde sürekli yazıyor, aldığı olumsuz cevaplar yüzünden pes etmiyor, başvuru üstüne başvuru yapıyordu. Bu süreç boyunca deneyimlerini kendi adıyla kişisel Instagram hesabında bile paylaşmaya cesaret edemeyip yeni bir hesap açtığını anlatıyordu. Sonra da kimse görmesin ve şevkini kırmasın diye nasıl tanıdığı herkesi tek tek bu hesaptan engellediğini açıkça söylüyordu.


Bir başkasına öz güvensizlik gibi görünebilecek bu adım, benim gözümde gerçek bir azim örneğiydi. Çünkü bir yazar olarak sürekli üretiyor; bir de buna ek olarak kim ne der korkusunun üstünden atlamanın bir yolunu bulup aynı şekilde sosyal medyada, üretmek konusu üstüne üretim yapıyordu. Ben karşılaştığımda takipçi sayısı 2000 bile değildi. Belki bir yıl olduğunu, ancak bu kadar insana ulaşabildiğini ama bu topluluğun kendisi için ne kadar kıymetli olduğunu içtenlikle söylüyordu.


Yaptığı şey bana göre çok zor, inanılmaz tehlikeliydi. Kendini böyle açmak… Tüm başarısızlıklarınla, ruh halinle, özel hayatınla, cesaretsizlik anlarınla, kırılmalarınla, dalgalanmalarınla, tıkanmalarınla… Benim o zaman ancak çok küçük bir alanda büyük bir kontrol mekanizmasıyla binde birini dünyaya açabildiğim şeylerdi bunlar. Öz güvensiz de değildim üstüne, düşünsenize. Sadece yaptığım herhangi bir şeyin, bir keşfin, yazdığım bir metnin gerçek bir yaratıcı eylem olduğunu düşünmüyordum bile. Herhangi bir şeyin, bir farkındalık notunun, fotoğrafını çektiğim anlamlı bir ayrıntının; üretmek ve yaratmak olduğunu söyleyen çok yoktu bana. Ben de hiç gitmedim üstüne şimdi severek baktığım üretimlerimi devam ettirebilmek için uzun yıllar boyunca.


Fakat Amie önce üretmeye, sonra üretmek üstüne üretmeye pes etmeden devam etti tüm zorluklara rağmen. Ben de bunu birkaç yıl boyunca gördüm ve en değerli şeye şahit oldum: İnsanın nasıl dönüştüğüne dair bir canlı yayın gibi Amie McNee’nin bir sanatçıya dönüşmesini izledim.


Önce üretmeye başladı, sonra bunları dış dünyaya açma cesareti gösterdi. Bu sürecin onun üstünde öyle dönüştürücü bir etkisi oldu ki sanatın herkesin temel ihtiyacı olduğundan emin olarak bundan ısrarla konuşmaya başladı. Sonra kendisine tacını giydirdi ve yayımlanmış kitabı hala olmasa bile "Ben bir yazarım, bir sanatçıyım." dedi. Ve işte kitabında anlattığı dönüşümün ilk kısmını önce kendisi gerçekleştirdi.


Onun bu ilham verici hikayesi; dönüşümün kendisinin bir sanatçının doğma deneyimi olması ve bu süreçten çıkardığı şeylerle bize de daha fazla yaratmamızı söylemesi benim için bu kitabı en anlamlı kılan şey. Buradan da çok önemli bir yere varılıyor bence. Yapay zeka, iyi dinle burayı, sana laflar hazırladım.



Ne kadar artık her şeyi yapay zeka ele geçirdi diye düşünmeye başlasak da, sosyal medya içeriklerinin bile önemsiz hale geleceğini filan zannetsek de aslında bence tam tersi. Çünkü artık gerçek insan deneyimlerine, insan elinden çıkma gerçek ve ruhu olan kusurlu üretimlere ve sadece insanın yaşayabileceği şey olan hikayelerle yaşamaya yapay zeka hiçbir zaman sahip olamayacak. ChatGPT, hangi güncelleme gelirse gelsin bir insan hayatı sürdüremeyecek, böyle bir dönüşüm hikayesi olmayacak. Bu yüzden bu kitabın çok çok benzerini tek başına yazmayı bir gün başarsa bile; insanların gerçekliğinden, gerçek hayat deneyimlerinden çıkan bu kitap gibi hissettirmeyecek. İnsani ve gerçek.

Yorumlar


  • Instagram

Handeliko Cumhuriyeti

© 2025 Handeliko Cumhuriyeti

İletişim her şeyin temeli

Sorabilirsin. 

bottom of page