top of page

Bu yazıyı okuyan kişi benim hayali arkadaşım - Kişisel blog yazmak

  • Yazarın fotoğrafı: Handeliko
    Handeliko
  • 23 Eki
  • 5 dakikada okunur

Blog yazarken son zamanlarda hayali biri canlanıyor kafamda. Sadece bir kişinin, yazdığım yazıyı neden sardığını bile anlamadan, kimseye tavsiye etmeyi düşünmeden, gizli ve muzip bir suçlulukla okuduğunu düşünüyorum. Okurken keyif almasından gelen bir gizli suçlulukla. Çünkü ona dair bir şey var ama kimsenin; belki yazarının kendi eşinin, dostunun bile okumadığı bir blogda; biçimsiz, üslupsuz, faydasız bir yazıda buluyor o şeyi. Daha rafine içeriklerle bu keyif ve tatmini yaşamayı istiyor da bunda yaşadığı için kendini bokluyor bilinçdışında. Ama gerçek şu ki okuyorsa var bir şey burada kendinden ya da deneyimlerinden bu yazıda.



Hayali arkadaşımla eğlenmek ve kişisel blog tutmak


İşte bunu düşünüp bir keyifleniyorum ben de, bir keyifleniyorum ki sormayın. Resmen dört köşe oluyorum. Yazarken o bulması zor şeyi yakalıyorum ve akışa giriyorum. Planlamadan yazmaya çalışıyorum. Çok majör düzenlemeler yapmadan da paylaşıyorum. Giderek daha düzensiz ve biçimsiz olmasını istiyorum sanki düşününce yazdıklarımın ve paylaştıklarımın. Mükemmellikten, verimli olmaktan, edebi kaygılardan, editörlükten tamamen uzakta; gizli köşemde kusurlu ve gerçek bir insan oluyorum galiba. Ve bu suçu; kusursuz olmamaktan, boktan bir şey yazıp da internete salma cesareti göstermenin hadsizliğinden, bir editör olarak yazım yanlışı yapamaz diktasından, daha iyisini yapmadık diye eleştirilmekten gelen bu büyük suçu biz o bir okuyucuyla paylaşıyoruz. Hiç de s**kimize takmadan suçumuzun üstüne yatıp bir de bununla eğlenip oyun oynuyoruz.


Bu yaptığımız şey muzipçe bir bağ kurmak gibi geliyor bana böyle düşününce. O zaman daha kötü yazmak, daha çok küfür sokuşturmak, daha biçimsiz hale getirmek istiyorum yazdığım şeyi. Alakasız bir şey denemek, absürt bir espri patlatmak, sonra kötü bir bağlantıyla aniden drama kraliçesine bağlayarak şoklamak istiyorum o bir hayali kişimi. Ben bunu yaptıkça onun zihni gıdıklanıyor, bir yandan tasvip etmeyen tarafı sabit kalsa da diğer yandan keyif almaya ve yakınlık kurmaya devam ediyor.



Oyun Alanı Olarak İnternetin Son Mahrem Köşesi


Bu hayali düşünmek, benim bir sanrıdan ibaret olan oyunumu yazıyla somut bir gerçeğe dönüştürüyor. Benim yazım, en keyifli oyunlarımdan biri oluyor sonucunda. Kişisel blog yazmak hayatımda böyle bir gizli oyun alanı yarattı ve burası internetin son mahrem köşesi oldu bana.

İlk birkaç yazıda toplumsal normlara uymaya, en azında arkadaşımın dostumun okumaya tenezzül edeceği şeyler yazmaya biraz daha dikkat ettim. Sonra anladım aslında beni burada çeken şeyin ne olduğunu. Okunmak filan değil; tersine okunmamak ve o gerçek bağ kurabileceğim oyun arkadaşlarımla buluşmak. Gerçekte olmasa da bir yazı üstünden fantastik bir oyun oynamak. Özgür ve gizli bir köşede bir şeyler paylaşmak, birilerinin varlığını ve yaptığın şeyden hoşlandığını bilmek, kendine benzer insanlar olduğunu düşünmek ve onlara kendi gerçek dilinden mesajlar göndermek.


Ve tabii ki ben, her boku düşünmeden edemediğim için bunun neden böyle bir etkisi olduğunu üstümde, düşündüm düşündüm ve bazı yerlere vardım. En mantıklısı Winnicott'un oyun alanı kavramıydı denk geldiğim şeyler arasında. Adı üstünde, "oyun alanı." Tam da uyuyor duruma. Ve bence çok fazla insanın böyle oyun alanlarına ihtiyacı var.



Winnicott'un oyun alanı


Bebek doğduğunda dünya iki parçadan oluşuyor: İç dünya ve dış dünya. Ama ne doğduğumuzda bu ikisinden sadece biri olmuyoruz, yalnızca bir dünyanın içinde yaşamıyoruz. Yaşam dediğimiz şey işte bu iki dünyanın ortasında, araf benzeri bir bölgede köklenip genişliyor. Bebekken bu ara bölgede bizi güvende tutacak bir nesneye ihtiyaç duysak da büyüdükçe artık daha soyut şeylerle bu alanda oynamaya başlıyoruz. Yaşamımızın ilk zamanlarında bir nesne olan geçiş arkadaşı, yetişkinlikte daha farklı şeylere dönüşüyor.


Ben de burada veya kişisel hesabıma ek olarak, istediğim gibi davranabilmek ve en saçma şeyleri rahatça paylaşabilmek için açtığım Instagram hesabımda kendime böyle bir oyun alanı kurdum gibi geliyor bana.



Yalnız kalmanın paradoksu


Yazmanın kesinlikle oyuncu bir tarafı var. Bu yüzden buraya bir şeyler yazmanın bendeki etkisi biraz anlaşılabilirdi başta. Fakat bir süredir anlamadığım bir şey vardı. Önceden beri yazan, kendi düşüncelerini yazarak daha iyi anlayan, hayatında yazmanın hem kişisel hem de mesleki açıdan önemli bir yeri olan insanlardan biriydim ben. Kendimle ilgili düşündüm. Acaba gizli gizli çok okunmayı, yazılarımla küçük bir topluluk yaratmayı filan mı istiyorum kendime açıklayamasam da diye bile düşündüm. Fakat sonunda cevabı yine Winnicott okurken buldum. 1958'de yazdığı makalesinde şöyle diyor:


Gerçek olgunluk, yalnız kalabilme kapasitesidir. Ama bu yalnızlık, bir başkasının güvenli varlığında mümkündür.

Buna Winnicott'un kendisi de bir paradoks diyor. İnsan nasıl yalnız kalabilir yalnız olmadan? Bir başkasının güvenli varlığı nasıl insanı en sağlıklı yalnız olma halimize götürür? Doğduğumuz andan itibaren dünyada sadece fiziksel ihtiyaçlar vardır. Bir kişiliğimiz henüz yoktur. "Bütünleşmemiş olma hali"ndeyizdir. Bebekken kucaklayıcı bir çevremiz varsa güvenle "bütünleşmemiş olma hali"mize dönüp çıkabiliriz. Uyaranlara tepki verip tekrar güvenle dinlenme haline, bütünleşmemiş halimize dönebiliriz. . Yeterince iyi bir anne ile bebek arasında böylece ego ilişkiselliği gelişir. (Ego ilişkiselliği kavramı, bebekken birinin varlığından haberdar olduğumuz ama talep beklenmeden, bölünmeden, uyarılmadan, engellemeden, endişelenmeden kendi halimizde olabilmemizi sağlayan yetişkin ve çocuk ilişkisini anlatır.) Ego-ilişkiselliği sayesinde bu bütünleşmemiş olma haline dönüşler yaparız. Sakinleşir, rahatlarız. Bebek kişiliğimiz zamanla gelişmeye, bütünleşmeye başlar. Egomuz sağlıklı bir şekilde güçlenir. Bu "bütünleşmemiş olma hali"ne rahatça dönebilmemiz, yetişkinlikte de yalnız kalabilme becerilerimizde önemli rol oynar.


İhtiyaçlarımız karşılanmazsa veya güvende hissetmezsek kişiliğin bütünleşmesi süreci sekteye uğrar. Sağlam bir benlik algısı için gereken güçlü duygular deneyimlenememiştir çünkü. Bebek, var olma durumu tehlikeye girmesin diye bütün dış uyaranlara karşı tetikte kalır, tepki verir. Sahici benliğini geliştirmek yerine sahte bir benlik geliştirmeye başlar. Bazen bebek sadece annesini eğlendirmek için sahte davranışlar geliştirmeye ve sahte benliğini örmeye başlar diyor Winnicott. Entelektüel kapasitesi yüksek bireylerde zihnin sahte benlik geliştirme konusunda önemli bir rolü olduğunu da yine bir çalışmasında belirtiyor.


Winnicott bütün bunlarla oyun hakkında bilinen, önemli teorisini atmış ortaya. Oyun oynamanın ona göre benliğin gerçek, canlı ve otantik kısmıyla; gerçek benlikle güçlü bir ilişkisi vardır demiş. Terapi de iyileşme de bu oyun alanında başlar diye eklemiş. Yani oyun oynamak bizi kendimize getirir, gerçek benliğimizle karşılaşmamızı sağlar.



Güvenli bir tanıklık


Yaratıcı şeyler yapmak, kendini özgürce ifade etmek, oyuncu bir tavırla yaşamak gibi birçok şey kişinin gerçek benliğiyle bağlantı kurması için etkili ve önemli tabii. Uzmanlar çok daha isabetli ve çeşitli şeyler söylüyordur konuyla ilgili biraz okursanız. İşin bir de oyun arkadaşı kısmı var. Bunu yaparken, oyununu oynarken bir tanığa, gizli bir oyun arkadaşına da ihtiyaç duyuyor insan. Belki de bebekken deneyimleyemediğimiz, "yeterince iyi" olmayan bir annenin bize sağlayamadığı şeyi deneyimliyoruz bu sayede. Sadece var olma durumu; yetişkinlikte de gerçek benlikle bağ kurarken yeterince iyi bir şekilde kurulduğunda, düşündüğümüzden çok daha etkili oluyor galiba. Çok fazla değil ama gerçekten seni anlayan birkaç kişi, senden daha iyi veya daha çok veya daha farklı yapmanı beklemeden, sadece tanıklık ediyorsa yaptığın & denediğin bir şeye, işte gerçek bir oyuna dönüşüyor bir anda her şey. Ben yıllardır yazan, kendini en iyi yazarak ifade eden, iç dünyasını sürekli kağıtlara döken biri olarak neden en azından bir kişinin okuması benim için bu tür bir yazma deneyimini farklı ve keyifli yapıyor diye düşündüğümde; oyun alanı kavramı ve bu tanıklık ihtiyacı çok mantıklı geldi bana. Bu yazıyı okuyan sen, belki senin de ihtiyacın vardır buna?



İşte sevgili okuyucum, sen bu satıra kadar geldiysen, evet sen, oyunun içindesin. Okuyorsun diye sen beni görüyorsun sanıyordun hep ama... Bu kez ben sobeledim seni. Nasılmış ama?


Okuduysan yorumlara yaz. Ben de hayali arkadaşımın kim olduğunu öğreneyim. Of çok merak ediyorum. Vallahi bak.


Kişisel blog tutmak hakkında yazarken ne alaka dedirten görsel
Kişisel blog tutmak hakkında yazarken ne alaka dedirten görsel
Kaynakça


2 Yorum


mhilalsenturk
24 Eki

🙋‍♀️

Beğen

dilekozen601
23 Eki

Burdayim be burdayimmm

Beğen
  • Instagram

Handeliko Cumhuriyeti

© 2025 Handeliko Cumhuriyeti

İletişim her şeyin temeli

Sorabilirsin. 

bottom of page