top of page

Kendimle ilgili fark ettiğim saçma şeyler

  • Yazarın fotoğrafı: Handeliko
    Handeliko
  • 15 Haz
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 24 Haz

İnsan bazen kendinde ne acayip şeyler fark ediyor değil mi azizim? Kaç senelik hukukum var. Ben benim ciğerimi bilirim zannediyorum her seferinde. Bir bakıyorum hiç duymadığım bilmediğim bir şey peyda olmuş. İnsanın alacası içinde olur derler ya, kendine bile şaşırmasından sebep belki de.


Ne mi oldu? Anlatayım.


Bir süredir el yazısıyla aram iyi değildi. Severim de yazmayı ama son zamanlarda bir ağırlık çöktü üstüme sanki de kalem gülle gibi oluyor elimde. Ben de telefon bilgisayar kullanıyorum, artık Allah ne verdiyse. Ne zaman biraz kalem oynatayım desem gerçek manada, iki cümleden fazla çiziktiremedim. Kabul ettim, üstüne gitmedim.


Bugün bilgisayarım mendil satmaya çıkmış seksenlik dedeler gibi güncelleme yapmaya çalışıyordu. Ben de büyüğe saygımdan oturmuş bekliyordum. Tam o esnada kafamda döndürdüğüm biçimsiz bir düşünce beklenmedik bir anda iyi bir fikre dönüştü. Hazırlıksız yakalandım, elim ayağım bir pabuca girdi. Bunları hemen yazmam lazım diyordum da nereye? Bilgisayarın hali belli, telefon da ne zaman lazım olsa ortalıklarda görünmez zaten. El mahkum, aldım masanın köşesine itilmiş defteri. Ben daha ağzımı açamadan içimden bir alaca ses başladı hayıflanmaya. "Tüh lan, ben yazmam ki uzun uzun buraya aklıma gelen şeyin her detayını. Yarısı kabuğunda kalacak şimdi." (Duydum ya, aynen böyle dedi. İnanmayan varsa gelip kendisi sorabilir. İçeride hala, oturuyor kendisi.)


Üstüne bir de, kağıdın üstünde oryantal Asena gibi kıvrak ve kayarcasına dans eden dolmakalemler de yanımda olmasın mı! Bir dandik tükenmez kaleme kaldık, kanırta kanırta yazmalıklardan. Dedim eyvah, hebele hübeleden fazlası çıkmaz bu şartlarda. Geçmiş olsun. Vitamini zaten kabuğunda, e yarısı da gidecek onunla. Bundan sonra ne hayır gelir bu fikirden diyecek oldum. Ama yok dedim kendime, Hande, sakın. Ne geleceği belli olmaz, meşgule atmayalım.


Sonrası büyük şaşkınlık işte. Ben hebele yazmaya hazırlanırken bir anda sanki transa girmişçesine 3-4 sayfa yazı yazdım nefessiz. Sayfalarca döktürdüm. Kafamda ne varsa çıkardım serdim kağıda, dibini bile sıyırdım hatta. Yazmam gerekenden de fazlasını yazdım. Bu yüzden fikrim daha da kabuklandı ve irileşti. Kalemi bıraktığımda fark ettim, bileğim hafiften ağrıyordu. Önümdeki defterde ise kafamın en az üç dört sayfalık kısmı duruyordu.


Ne oldu diye kendime dönüp bir soramadan zaten o anda anladım hemen meseleyi. Kolumu sıktım hafifçe. Tamam. Anladım.


Dolma kalem yağ gibi kayıyor, Asena gibi dans ediyor, artistik patinaj yapıyor diye bütün işi ona bırakmışım. Kendimi, bedenimi, defterin o taraflara sıcakta eriyen yağ gibi bırakmışım. Ne güç var ne kuvvet. Tabii ki bu hikayede kayan dolma kalem olmuş. Ona yaslanmıyorum zannederken ben aslında hep dolma dilberlerime yaslanmışım. Ne bir güç ne bir kuvvet olmayınca, kas kullanmadan yazınca ben yazarken iyice rahatsız ve eğri büğrü olmuşum. Kalem de tek başına ne etsin? Yapabileceğini yapmış zaten.


Ama tükenmez kalem öyle mi? Bir abanmışım bastıra bastıra, resmen kol kaslarım omzumdan itibaren esas duruşa geçmiş. Bunu da bedenimin yükünü alt kolumu sağlam bir şekilde masaya abanarak ve kaskatı bir şekilde dimdik durarak yapmışım. Tabii bu durumda yazmak çok daha kolay ve kontrol edilebilir olduğundan vücudum için, hem hızlı ve okunaklı şekilde yazdım hem de yarıda bırakmayı geç, keyif aldığım için fazla fazla yazdım.


Mesele buymuş. Yine vahiy değilmiş yani. Belki bu kez farklıdır dedim ama yok, sadece omuz ve üst kol kaslarımmış.





Birinci dereceden tanıklar


Yorumlar


  • Instagram

Handeliko Cumhuriyeti

© 2025 Handeliko Cumhuriyeti

İletişim her şeyin temeli

Sorabilirsin. 

bottom of page